Jarti Gonzalez. Evet, adım bu. Latin Amerika olarak bilinen México City’de yaşıyorum. Annesiz bir ailenin en küçük çocuğu ve tek kızıyım. Babam ve ağabeylerimle aile denilemeyecek bir “aileyiz” ve o, “Alberto” tek aşkım, her şeyim, ilk ve son erkeğim, asla unutamayacağım tek kişi.
Bir gün, telefonuma gelen bir mesajla Alberto’nun Lucia ile yattığını öğrendim. Ertesi gün de kavga ettik. Kavga esnasında Alberto’ya aklıma gelen ne var ise söylemiştim. Sinirle ve üzüntüyle, yanımdan ayrılırken gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Tek kelime etmeden arabaya bindi. Gece gittiği bir barda fazla içmiş ve eve dönerken trafik kazası geçirmişti. Öldüğü günden beridir bir yanım hep eksik, tüm arkadaşları beni suçluyordu.
Tüm istifiyle o geliyordu. Dimtri Kodrinova; Rus kökenli İngilizce öğretmenimiz. Aslında adam bir değişikti. ‘Zaten Rus’sun gitmiş İngilizce öğrenmişsin ve öğretmen olmuşsun. Bir de kalkmış İspanyolca öğrenmişsin, gelip México City’de görev yapıyorsun.
“Bay Kodrinova!” Yüzüme bakarak, “Efendim Gonzalez?” dedi.
“Siz okula neden gitmiyorsunuz?”
“Ben öğretmen değilim.”
“Pardon! Ama bir saniye o sinir bozucu Rus aksanınızı saymazsak İngilizceniz harika.” İç çekti ve bıkkın bir sesle ismimi söyledi. Burnunu kaşıdı, ona yaklaştım, elini cebine attı ve başka bir yöne bakarak bir kimlik gösterdi.
“F.B.I.”
(Tanıtım Bülteninden)
Sayfa Sayısı: 120
Baskı Yılı: 2015
Dili: Türkçe
Yayınevi: Cinius
Röportaj isteğimi kabul ettiğiniz için öncelikle teşekkür ederim. Uzun uğraşlar sonucu beni kabul ettiniz, onurlandırdınız. Nasılsınız?
Seçici olduğum doğru fakat bu kadar şımartma beni. Sen gurur duyduğum bir isimsin, sana gelmeyeceğim de kime gideceğim? Kariyerinde ne kadar başarılı olduğu görüyorum ve bunun ufak bir kısmında adım geçecekse benden mutlusu olamaz… İyiyim, teşekkür ediyorum. Sen nasılsın?
Teşekkür ederim, sizin gibi edebiyat ve sanat adına sesini duyuran biri ile röportaj yapmak çok güzel bir duygu. Sayenizde çok iyi oldum. İlk sorum ile başlıyorum o hâlde. Kendinizi tanıtır mısınız?
Tabii. Küçük yaşlarda başlayan sanat hayatım, tiyatro ile başladı. Daha sonrasında müzik, sonrasında edebiyat ve son olarak da sinema ile tanıştım.
Kitaplarım;
İNTİKAMIN BEDELİ 1: Öğretmenim
İNTİKAMIN BEDELİ 2: Düşmanım
İNTİKAMIN BEDELİ 3: Katilim
Serimin ilk kitabı çıktı, diğer devam kitaplarım ise yazıldı ve basım için bekliyor.
Tiyatro Oyunlarım ve Karakterlerim;
2006-2008 Avrupa Yakası Skeçleri (Burhan Altıntop)
2008 Pamuk Nine (Leyla)
2009 Şimdi Çocuk Olsam (Ada)
2010-2011 Lüküs Hayat (Yosun)
2012-2013 Bahar Noktası (Eleftheria)
2014-2015 Üç Kuruşluk Opera (Helga/Vanessa)
2015 Sen Ağlama (Gülümser)
2016 Bahar Noktası (Eleni)
Müzik Projelerim;
Bağdat (Cover) ft. Emirhan Yeşilşiraz by Beyazıt Öztürk, Ayla Çelik
Drip Drop (Cover) by Safura
Angel (Cover) by Mika Newton
Dinle (Cover) by Şebnem Paker
Hayal dünyanızın bu kadar genişlemesine sebep olan olaylar nedir?
Sanırım hayal gücüm çocukluğuma dayanıyor. Genellikle hep yalnız kalan bir çocuktum ama bu depresif bir yalnızlık değildi. Yaşıtlarımı, büyüklerimi uzaktan gözlemlemeye ve insanların kişilik özellikleri ile kurduğum sürreal hayalleri harmanlamaya oldum olası bayılmışımdır.
“Kitap” kelimesi size ne çağrıştırıyor?
“Kitap” kelimesi, bana her seferinde yeni bir Dünya ile tanışmayı ve o yeni Dünya’ya seyahat ederek orayı keşfetmeyi çağrıştırıyor.
Kitaplarınızda kendinizden soyutlanmış karekterleri mi, yoksa sizi yansıtan karekterleri mi anlatmak daha güzel geliyor?
Beni yakaladın be Eren! Şaka bir yana kendime çok benzeyen karakterlerim var elbette, sen çok iyi bir gözlemcisin… Fakat tarzımı şu şekilde tanımlamak daha doğru; karakterler ne tamamen ben ne de tamamen benden uzak. Kendimde, çevremde, dünyada gözlemlediğim kişilik özelliklerini kullanıyorum karakterlerimde ve tiplemelerimde. Bunu doğru bir şekilde yapmak ise deneyim ile ilgili ve birazcık da Tanrı vergisi.
İlk defa ne zaman ”Ben yazar olacağım.” dediniz?
Açıkçası bir dönüm noktam yok yazmak konusunda. Varsa da hatırlamıyorum. Ben hep yazıyordum, kendimi bildim bileli. Gördüğüm, hayal ettiğim her şeyi bir kurguya sokar ve yazardım ama meslek olarak ne zaman bu işi yapmaya karar verdiğimi sorarsan da on altı yaşımda karar verdim. Annemin yazdıklarımı yakalayıp bana, “Bu işi yapmalısın.” diye cesaret vermesinden sonra.
Aileniz sizin seçimlerinize karşı çıktı mı, size destek oldular mı bu kitap yazma, tiyatro ve müzik sürecinde?
Asla karşı çıkmadılar. Onlarda sevdiğim bir huy var ki bence bütün aileler böyle olmalı… “El âlem ne der?” ya da “Aç kalırsın.” kalıplarından çok uzaklar. Ben evlatlarıyım ve eğer sanat adı altında mutlu olacaksam onlar da desteklemekten yanalar. Eğer evladınızı seviyorsanız önemli olan onun mutluluğudur. Üstelik kendime olan inancımı da biliyorlardı, bu ülkede de sanattan gelir elde edebilecek kadar yeteneklerime ve ideolojime güvenen biriydim. Dolayısıyla onlar da bana güvendiler, sağ olsunlar.
“Yazmak için öncelikle hissetmek gerekir.” derler. Sizce de öyle mi?
Kesinlikle katılıyorum. Yazdığınız zaman yeni bir Dünya yaratıyor ve o Dünya’nın Tanrı’sı siz oluyorsunuz. İnsanların hislerini tanımayan, empati kuramayan, doğa ile iletişimi olmayan, kısacası doğayı hissetmeyen bir Tanrı düşünün. Bu mümkün mü?
Düşüncelerinizi, hislerinizi ya da hayallerinizi, hayalinizde kurguladığınız şeyleri bir başkasının okuması size nasıl hissettiriyor?
Başlarda asla kimse ile paylaşamayacağımı düşünürdüm ama annem sayesinde bunun ne kadar büyük bir mucize olduğunu gördüm. Senin var ettiğin bir Dünya var, her şeyi sana ait ollan ve sen öldükten yüz yıl sonra bile birileri bu Dünya’yı ziyaret edebilecek. Bir düşünsene Eren, sen öleli yüz yıl olmuş ama hâlâ insanlarla iletişim kuruyorsun. Zaman zaman hemfikir, zaman zaman karşıt oluyorsun ama bir şekilde iletişim kuruyorsun. Yazmak ve bunu paylaşmak… İşte bu ikili, ölümsüzlüğün formülüdür.
Yazan kişilere önerileriniz nelerdir?
Hissedin, hissettiğinizi yapın, yaptığınızı paylaşın ve bunlardan asla korkmayın!
Türk yazarlar içerisinde “Bu kişinin/kişilerin eseri/leri beni yazar olmak için çok iştahlandırdı.” diyebileceğiniz yazar/lar var mı?
Yerli ve yabancı birçok örnek aldığım isim var, bu listenin en başında ise yerli olarak Halit Ziya Uşaklıgil var. Fakat daha önce de söylediğim gibi, yazmak konusunda bir dönüm noktam yok. Çünkü, kendimi bildiğim bileli hep yazıyordum.
Yazarken hayal gücü sınırlarınızı zorladığınızı hissedip, bunun toplumsal yargılarla ters düşebileceğini düşündüğünüz oldu mu? Eğer olduysa hiç sildiniz mi yazdıklarınızı?
Bunu hissetmediğim bir an yok desem? Özellikle son senaryom “Öteki” de oldukça hissettim bunu ama zaten topluma bir şeyleri, onların anlayabileceği açıdan ve biraz daha hayalperest bir şekilde göstermek, onlara ayna tutmak için yazıyorum. Uzun lafın kısası evet çok hissettim ama bir satırını bile sildiysem bir daha yazmak nasip olmasın. (Gülüyor)
Tiyatro size neyi anlatıyor? Açıklayabilir misiniz?
Kendinizi bir ceket gibi çıkarıp kulise asmak, başka bir karakteri bir ceket gibi alıp giyerek “o olmak” ve bunları yaptıktan sonra kendi hayatınızdan çıkıp sahneye girdiğiniz an bambaşka bir hayata adım atmak.
İlk tiyatronuz için sahneye çıktığınızda neler hissettiniz, kısaca bahseder misiniz?
Çok küçüktüm! Üstelik oynadığım rol de Burhan Altıntop olunca, bir de dizinin orijinal ekibi bunu izleyince o hâlimi sen düşün. Büyük bir sorumluluk ve tarif edilemez bir heyecandı.
Tiyatro âlemine adım atmak isteyenler için neler demek istersiniz?
Kendinize, yeteneğinize güvenin ama sadece bu yeterli değil, durmadan çalışın ve her gün kendinize yeni bir şeyler katmak için elinizden geleni yaparak mücadele edin. Bunları yapar ve başaramazsanız gelin ve suratıma tükürün. (Gülüyor)
Sanatçı birine bu soruyu sormak heyecan veriyor… Sizce sanat, sanat için midir, yoksa toplum için midir? Neden?
Tata ta tam! Ben de ne zaman soracak diyordum. Bu konuda arada kalanlardanım. Elbette sanat başka bir âlem ama yaşadığımız âlem olmasa, o âlem de yaratılmazdı. Yani demek istediğim şu ki, birbiri ile çok âlâkalı şeyler; bu yüzden harmanlıyorum. Sanatsız insan, insansız sanat olmaz. Sanat hem insanın ruhu hem de insanın dış dünya ile iletişimi için gereklidir diye düşünüyorum. Dolayısıyla sanat toplum için değildir; sanat, sanat için de değildir. Sanat, toplum ve sanat içindir.
Röportaj isteğimi kabul ettikten sonra bana ukulele ile güzel bir şölen verdiniz. Videoda bir şey gözüme takıldı, neden kalbinizin üstünde çalıyorsunuz?
Buna dikkat eden ilk insansın sanırım. Gözlemci tavrını seviyorum. Ben Kafkasyalıyım ve bütün Kafkasya’da çalınan tar isimli bir çalgımız vardır. Kafkasya’nın ruhunu yansıtan bu çalgımız var oluşumuzdan bu yana kalbin üzerinde çalınır. Henüz tar çalmayı bilmiyorum. Sadece piyano, kanun ve ukulele çalışıyorum şimdilik. Kanun ve piyano kalbimin üzerinde çalabileceğim boyutta değiller. Bu özelliğe uygun olan çalabildiğim tek çalgım ukulele ve özelliği de uygun olunca benliğimi bir şekilde yansıtmak istiyorum.
Bir korkunuz var mı, varsa kurtulmak için çabaladınız mı? Nasıl sonuçlar aldınız, vazgeçtiniz mi?
Köpekleri ve kedileri çok severim ve onlar hakkındaki tüm sosyal projelere katılırım ama sevmemin yanında gariptir ki korkarım, yaklaşamam. Bu çocukluğumda yaşadığım bir travma ile ilgili. Bunun için psikolojik destek almaya başladım. Yakında onlara dokunabilecek olmak beni heyecanlandırıyor.
Ve son soruma geçiyorum. Peki, hayat size ilk yarıda mı gerçeği gösterdi, yoksa ikinci yarıda mı? Yaşadığınız o anlar için bizlere ne gibi öğütler verirsiniz?
Kendimi bildim bileli bir şeyler öğreniyorum ve öğrendiklerim doğrultusunda ilerliyorum. Henüz ikinci yarıya ulaştığımı hissetmiyorum ama birinci yarıda da birçok gerçeği gösterdiği için hayata minnettarım.
Röportaj isteğimi kabul ettiğiniz için çok ama çok teşekkür ederim. Edebiyat, sanat ve gelişim anlamında beni doyurdunuz, müteşekkirim. Kariyerinizde başarılar dilerim.
Çok Keyif aldım. Asıl ben teşekkür ederim. Sana da kariyerinde başarılar diliyorum Erenciğim.
Röportaj: Eren Ateş